Bu Blogda Ara

15 Ağustos 2016 Pazartesi


ORTA AVRUPA'DAN MANZARALAR:

   SLOVAKYA'DAN İLK GİDİŞ:

         Avrupa'nın gizemli ve kadim gölleri ile yeşilin hep bir ton koyulaştığı eşsiz manzaraların bulutlar ve zaman bilmeden yağan yağmurun arasında şekillenen bir rüya yolculuktu yaşadığımız. Güneşin yüksek dağların ardında her yükseldiğinde yeni bir günün heyecanı ile yeni bir yer keşfettik. Biraz zor ama bir o kadar da güzel bir yolculuk oldu bizim için...

      Yolculuğumuz Ağustos ayının 1. günü başladı. Ercan Havalimanından kalan uçağımız uzun zaman geçireceğimiz Atatürk Havalimanına indi. Bebekle seyahat edecekseniz ve bağlantı uçuşlarınızın saatleri gece yarısından sonrasını gösteriyorsa mutlaka bir ara verip dinlenin. Bunun için Atatürk Havalimanında Lounge hizmeti almanızı sizin ve bebeğiniz için tavsiye ederim.
     Sabah erken saatlerde İstanbuldan kalkan uçağımız masmavi bir gökyüzü altında, yemyeşil toprakların üzerinde alçalarak, Slovakyanın Kosice şehrine indi. (Kosice Türk Hava Yollarının yeni destinasyonlarından olup, oldukça uygun fiyata bulup aldığımız bir biletti.)
    Kosice havalimanı son derece küçük bir havalimanı. Pasaport işlemlerindeki uzun zaman beklemeyi saymazsak güzel bir yer dahi diyebilirim. Havalimanı çıkışındaki hatırı sayılır kalabalığı aşarak, araç kiralama şirketinin oraya geldik.(Slovakya tüm orta Avrupayı gezmeniz için muhteşem bir merkez noktası.) Yaptığım araştırmalarda, "Edencars" adlı şirketin, fiyat ve fayda olarak en yaralı şirekt olduğuna kanaat getirdiğimizden aracımızı uzun işlemler sonrası teslim aldık.
   Slovakya'nın temiz ve soğuk havasını hissederek, tamamen yabancı bir asfaltın üzerinde Macaristan'a doğru yola çıktık. Etrafımızın yeşilliği ile şehrin karmaşası arasında ilk uzun yolculuğumuz başlamıştı.
Kosice Havalimanı

   MACARİSTAN:
     Orta Avrupa maceramız, yol yorgunluğu yaşamamızın verdiği uyku hissindenmidir bilmem ama etrafımızda yükselip alçalan tepeler ve irili ufaklı geçtiğimiz köylerin kasabaların sanki bir gündüz rüyasının eseri gibi geliyordu. tepemizden akan beyaz dolgun bulutları izleyerek, koyu gri asfaltın üzerinden Macaristan'a doğru yol aldık.
    Macaristan'a gitmek istememin en büyük sebeblerinden biri Eski Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa üzerindeki etkilerini birebir gözlemlemek. Eski Türk topraklarını izlemekti. Ki Eğri Kalesinden, Estergon Kalesine kadar giderek bunları hep gözlemledik. Avrupa birliği üyesi olmasına rağmen Euro kullanmayan Macaristan Forint denilen para birimini kullanmakta. (Euro kullananlara tavsiyem paranızı Forint yapın çünkü satın alacağınız yerlerde Euro ödemelerde  daha fazla istiyorlar)
   Macaristan sınırından geçerken, bir miktar forint bozdurduk.( şehir merkezinde euroları bozarsanız daha iyi olur). Macaristan, Slovakya kadar yeşil görünmedi gözümüze, daha bir şehirleşmiş gibi durdu. Yol üzerinde bir kaç duraklama sonunda Eger şehrine geldik. Bu şehir son derece küçük ama çok güzel doğal,eski ile yeninin iyi harmanlandığı, doğaya gösterilen saygının eseri sayılacak bir durumda. Arabamızı park ettikten sonra, merkeze doğru, nehir kenarından yürüdük. Merkezi son derece temiz, geniş ve güzel. Hemen arkada yükselen Eğri kalesinin altında kalan minik kasaba son oldukça güzel. Etrafta görebileceğiniz heykeller ile sağlı sollu dükkanların arasında, kaleye doğru oldukça yavaşça yürüyerek geldik.
   Kale epey bir zorlayıcı oldu. Taş yollar kesinlikle bebek arabası için uygun değil. Sürünerek çıkmak istemiyorsanız bebek arabasını yanınıza almayın ki kale içerisinde yere dökülen çakıl taşları size epey ter döktürür. Yani kısaca bu kale bebekli ziyaretçiler için çok zor bir yer diyebilirim.
   Neyse, Osmanlı İmparatorluğunun 90 yıl elinde tuttuğu kalenin etrafını gezmeye koyulduk. Etrafın manzarası oldukça göz doyurucu. ayrıca Eğri kalesinden kasabanın içerilerine baktığınızda, buradaki son Türk izi diyebileceğim, Macar mimarisinin arasında ben buradayım diyen Camisiz minareyi görürsünüz. Etrafındaki kalabalıktan, son derece ilgi çekici bir nokta olduğunu anlaşılıyor.(İnsanda hafiften bir gurur hissi uyanıyor) Tarihte Kethüda Cami olarak bilinen yapı 1687 de yıkılmasına rağmen, minaresi yıkılamamış sapasağlam ama bir o kadar narin bir şekilde tamda yapıldığı yerde olanca ihtişamı ile duruyor. Bir diğer ilginç durun ise Aleminin tam ortasına haç dikilerek, Hilalin bulunduğu yerde bırakılması.
   Eğri kalesinden inip,kasabayı son kez turlayarak, Budapeşte'ye doğru yola çıktık. İlk günün aşırı yorgunluğu sonunda otelimizde ilk günümüzü sonlandırdık.
Macaristan-Slovakya Sınırı


Yalnız Minare

      Açıkçasını söylemem gerekirse oldum olası şehirleri sevmedim. Bundan dolayıdır ki Budapeşte de hiç umduğumu bulamadım. Şehir gürültüsü, karmaşa, yüksek binaların arasında kaybolan tarihi aram uğraşı ve sürekli bir şey görmek uğruna sağa-sola akan turist kalabalığı arasında geçen ikinci gün Budapeşte kalesi ile Tuna nehir turu ile devam etti. Ertesi gün Estergon-Szentendre' ye doğru yol alırken buralarda sevilen Gül Baba'nın türbesinide ziyaret ederek yolumuza devam ettik. İlk olarak Hediyelik eşya alabileceğimiz oldukça güzel Szentendre kasabasına geldik. Burası son derece güzel otantik binalarla çevrili bir yer.Burada yaptığımız minik hediyelik alışverişi sonrası(fiyatları iyi takip edin) Estergon'a doğru yola çıktık.
     Estergon Şehri Osmanlı İmparatorluğunun, en batı ucu ve şarkılara konu olan Türk tarihi açısından son derece önemli yerlerden birisi. Malesef günümüzde herhangi bir Türk izi kalmasa da, Özellikle Slovakya tarafına geçip kaleyi izlediğinizde sanki kalenin bir yerinde Osmanlı sancağının asılı durduğu hissine kapılıyorsunuz. Burası yine Macaristan'nın en büyük kilisesine de ev sahipliği yapıyor. Buranın ardından Avusturya topraklarına doğru yola çıkıyoruz.
Buda Kalesi

Peşte tarafından Parlamento Binası


Budapeşte Gece Manazarası

Estergon Kalesi




Gulaş Çorbası(Adettir :) )
Szenrendre 
Gece geç vakitte geldiğimiz Viyanadan sabah erken vakitte ayrılıp, yollara düşüyoruz.Yol uzadıkça etrafın manzarası gittikçe güzelleşmeye başladı. Otobanın etrafına saçılmış minik köylerin güzel evleri arasından yükselip alçalan tepeleri geçerek yola devam ettik.Hava gittikçe kapandı daha sonra bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başladı. Görüş nerdeyse 0 a yakın vaziyette epey bir gittik. Hava gittikçe soğuduğundan, yol kenarındaki  Park noktalarından sıcak birşeyler alıp içme ihtiyacı hissediyorduk. Yaklaşık 200 kilometrelik yolun sonunda Hallstatta bir adım daha yaklaştık. Burası tüm tatil planlarını üzerine yaptığımız yer diyebilirim. Buranın tadını çıkarabilmek için yaklaşık 20 kilometre gerisinde bulunan Bad Goisern'de konakladık. Yağmur halihazırda yağdığından ve kızımızın hastalığı devam ettiğinden bugün dışarı çıkmamanın en doğru karar olacağında anlaştık.Etrafta yağmur yağmasına rağmen gezinen bir çok insan vardı ve kasabanın mimarisi ile doğası birbirini tam olarak tamamlıyordu. Hani birini aradan çıkarsanız diğeri tüm herşeyi bozacaktı. Bulutlar hiç usanmadan tepemize yağmur boşalttılar. Gri bulutların yemyeşil dağların arasından geçişlerini izleyip tüm günümüzü bu şekilde geçirdik.


Otelimizden Bad Goisern

Bad Goisern



HALLSTATT :

     Ertesi gün 15 dakikalık göl kenarı boyunda, gökyüzünün göl üzerine yaptığı yansımayı izleyerek, temiz ve ıslak bir havanın altında yola çıktık. Bazı yerleri anlatmak için kelimeler yetersiz kalır denilen yerdir Hallstatt, buraya gitmek için takip edilen yoldan, köyün manzarasından ve hatta köyün her bir sokağına kadar yer yer anlatılarak tanımlanamayacak kadar güzel bir yer. Onca insan kalabalığa rağmen her yer bomboş ve sakin. sokaklardan akan onca turiste rağmen sanki  yolun üzerinde yürüyen bir tek sizmişsiniz hissi veren o gizemli hava. 
    Arabamızı güçlükle bıraktığımız park yerinden köyün içerisine oradan da Teleferikle yukarıya doğru çıktık. Buranın manzarası aşağıda ki fotoğraflarda göründüğü gibi... Hemen karşıda yer alan Obertraun ve Hallsatt karşılıklı gölün kenarında duruyorlar. Teleferikle çıktığımız yerden toprak yolu izleyerek, ormanın içersinden tepeye doğru yürümeye devam ettik. Ara ara akan minik birkaç dere ve yeşilliğin çıldırdığı tüm bitkilerin büyümek için delirdiği yollardan yürüyerek etrafı dolandık. Hani bir tek yaprak atsanız yere, ertesi gün olanca dalları ile ağaç olacakmışçasına verimli topraklardan gerisingeri köye indik. Köyün ilerisinde yukarıdan gördüğümüz minik yeşil ve köprüyle anakaraya bağlı adacığın üzerine çıktık. Bu dar sokaklardan geçerken etraftaki mimarinin güzelliği ve sessizlik insanı gerçekten büyülüyor. 
   Burada geçen zamanın ardından, köyün içerisinde kıyı boyu, bir soğuk bira ve hafif bir yemek eşliğinde manzarayı izleyerek, istemeye istemeye Hallstatt'tan Slovenya'ya doğru yola çıktık.
Hallstatt Yolunda...




Hallstatt




Hallstatt Teleferikten yükselirken






Hallstatt




Hallstatt Kayısı Ağacı

Hallstatt'a göl kenarı 


















SLOVENYA, BLED VE BOHİNJ:

Gece uzun ve zor bir yolculuk sonrası, Slovenyanın Kranj şehrindeki tam tepe duran otelimize gelerek geceyi burada geçirdik.Ertesi gün pazar gününe denk geldiğinden son derece kalabalık ve santim santim ilerleyerek Slovenya'nın Meşhur Bled gölüne geldik. Arabamızı biraz uzak bir yere park ederek merkeze yürüdük. Gölün etrafı dinlenen ve eğlenen insanlarla dolup taşar bir durumdaydı.Buz devrinden kalma Gölün tam ortasında masal veya fantastik bir film sahnesi gibi görünen bir ada bulunmaktadır. Pek tabi ki bu adanın kutsallığını yüceltmek için öncesinde Ziva'ya adanan bir tapınak sonrasında ise kilise inşaa edilmiştir. Biz buraya kiraladığımız kayık ile kürek çekerek gitmeyi tercih ettik.
   Etrafın manzarasını izleyerek neredeyse gece vaktine kadar burada zaman harcayıp otelimize geri dönüş yaptık.




Bled Gölü




Otelimizden Kranj

BOHİNJ...


Bohinj gölü Bled gölüne göre daha doğaldır. Burası, Slovenya'nın göbeğinde gözde bir tatil noktasıdır. Dağların ortasına saklanmış duran küçük bir cennet. Etrafındaki kumsallarda yüzen insanlar ve yamaç paraşütü ile gün boyu sıkılmadan vakit geçirilebilecek bir yer. Buraya geldiğinizde mutlaka yerel tatlısı Kremna Rezina'yı yemeden gitmeyin :)





Bohinj Gölü 






AVUSTURYA'DAN ALMANYA :)

Avusturya da her ne kadar otoban kenarında olsa da bir o kadar sakin ve doğa ile iç içe olan Eben İm Pongau adlı yol kenarı köyünde ki otelimize geldik. Burada kısa bir dinlenmenin ardından ertesi gün Almanya Berchtesgaden'nin hemen kenarındaki Konigsee'ye geldik. Burası Bled veya bohinj gibi son derece güzel ve doğal bir yer.Havanın yğmurlu olmasına rağmen sakin gölün üzerinde yaptığımız tur sonrası, dinlenmiş vaziyette Bratislava ya doğru yola çıktık.

 Konigsee 









 Konigsee Gölü
VE TATRAS :)

Ertesi gün uzun ve dolambaçlı, giderek düşen hava sıcaklıkları ile Slovakya'nın yüksek dağlarına doğru yol aldık. Tatras dağlarına vardığımız ilk gün gece olduğundan etrafı görmedik ertesi gün otelimizden çıkarak,Strbske Pleso'ya vardık hava yağmurlu olduğundan fazla bir yer gezememize rağmen oldukça güzel fotoğraflar yakalayarak

Kosiceye geri döndük. Kosice sonrası tatilimiz malesef bitti:(( ama sonuç olarak son derce güzel yerler gördük ve çok güzel anılar biriktirdik.

                                                                     Strbske Pleso