Bu Blogda Ara

29 Temmuz 2015 Çarşamba

COPACAPANA-BOLİVYA 1 GÜNLÜK TAT


02 KASIM 2012
  Peru-Puno'da akıp geçen iki günün ardında Titikaka gölünün karşı kıyısına geçmek üzere bir tur aldık. Yeni hedefimiz, Bolivya sınırları içerisinde bulunan ve gölün içine girinti yapan Copacapana kasabası.
  Sabahın erken saatlerinde yola çıkıyoruz. Yarı uykulu gözlerle, tepelerin arasında çakan yıldırımları ve ara sıra otobüsün camına vuran damlaları sayarak gölün çevresinde neredeyse tam tur atarak dönüyoruz. Bolivya sınırında inerek pasaport işlemlerimizin ardından, Bolivya ya giriyoruz. Tabi bir gün için Bolivya vizesi de alarak o da toplam 720 Bolivyon (110 usd) .........

  Copacapana, Bolivyanın küçük bir turist kasabası.Tepeler ile göl kıyısı arasına kurulmuş, rengarenk evleri ile oldukça güzel bir yer. Ana caddesini aşağı doğru indiğinizde çapa şeklinde bir anıt sizi bekliyor. Hemen yukarısında ise ünlü Copacapana Our Lady bazilikası bulunmakta. Bu bazilika,16 yüzyıldan kalmış. İçerisinde Meryem Ana Ve Hz İsa'nın bebekliğini sembolize eden altın ve gümüş kaplamalı heykel bulunmaktaydı. Fakat bizim ziyaretimizden bir yıl sonra bu heykelin altın ve gümüş kaplamaları çalındı.:( Ayrıca bazilikanın bahçesinde büyük bir çarmıh da bulmanız mümkün.Yine ana cadde üzerinde sağlı sollu hediyelik eşya satan küçük dükkanları ile cafe ve barları ile şirin bir yer.
  Bu bölgeyi biraz gezdikten sonra limanına inerek, Titikaka gölünün en büyük adası olan İsla del Sol'a gitmek için bir tur alıyoruz. İsla del sol yani Güneş Adası, İnka mitolojisinde önemli bir yere sahiptir. İnanışa göre güneş tanrısı İnti çocukları olan İnka Mitolojisinde Güneş Tanrısı İnti çocukları, ilk inka Manco Capac ve karısı Mama Ocllo'yu Güneş Adası'nda (İsla del Sol) bir kayada toprağa bırakmıştır. Bu kaya (biraz da fantastik yaklaşımla) bir pumanın kafası şeklinde olup, oldukça önemli turistik bir rotadır. 
  Gemimiz, limandan ayrılarak, gölün sakin sularında yavaşça Güneş Adasına doğru yol aldı.Yol üstünde minik kayalıklar ve ana kara ile adanın arasında ki boğazı geçerek limana çıkıyoruz.Adanın oldukça kalabalık görünen minik limanına ayak bastıktan sonra, adanın üst kısımlarına doğru merdivenleri kullanarak çıkıyoruz. Yukarıya çıktıkça manzara daha da güzelleşiyor. Artık gölün daha güney doğusundaki Bolivyanın karlı dağlarını daha yakından izliyoruz. 
  Bu ada üzerinde yine İnka uygarlığına ait tapınakları da gezdikten sonra gemi ile geri dönüş yoluna çıkıyoruz. Güzel bir yolculuk sonrası Copacapana'ya geri dönüp biraz vakit geçirdikten sonra akşam üzeri Puno'ya kalkan otobüsümüze binip Bolivya'dan ayrılıyoruz. 
  Geri dönüş yolunda siyahlar içerisinde oturan kadınlar gördük. Öğrendiğimiz kadarıyla burada Ölümün kutlandığını ve yılda bir kez insanların ölen yakınları için festival tarzı bir etkinlik yapılmakta. Bugünlerde mezarlıklar ziyaret edilerek insanlar yemek ziyafetleri verilmekte.
  Bolivya ileri tarihte seçeceğimiz tatil rotalarından olacak...
Peru-Bolivya Sınırı


Copacapana ana caddesi





Copacapanada öğle yemeği :)


Güneş adasına giderken kayalıklar



Güneş Adası basamakları













Ölü adam günü etkinliği


















24 Temmuz 2015 Cuma

PERU,KAYIP MEDENİYETLER DİYARI


PERU GEZİSİNE GİRİŞ:

     Peru, ikimizinde hayalinde olan bir ülkeydi. Koskoca bir yılın sonuna doğru, gittiğimiz Güney Amerika kıtası, bize yeni tecrübeler ve heyecanlar kazandırdı.
     Peru, Dünyanın kayıp medeniyetleri ile bakir ve vahşi doğanın cömert bir şekilde gözlerinize sunulduğu, muhteşemliğin nasıl birşey olduğu size her adımda işaret edildiği ve  tarihin en büyük medeniyetlerinden birine ev sahipliği yaptığı ayrıca bir yanı yağmur ormanları bir yanı binlerce yıl yağmur ve rüzgar görmeyen çölleri ile acayiplikler ülkesi olarak ta sayılabilir. Kendinizi bir rüyanın içerisinde bulabilirsiniz.
     Bir zamanlar Peru da İnka medeniyetinin altın yılları yaşandı. Nazca çizgileri tanrılara sunuldu. İnsanlar kurban edildi... İşgale uğradı, İspanyol zulmü gördü ama tüm heybeti ile tam karşımızda yükseldi...

ÖNEMLİ BİLGİLER:
1. Peru'nun belkide dünyaca en ünlü yeri Machu Pichu antik inca kentidir. Buraya ister otobüsle günü birlik isterseniz, tur şirketi ile çadırlarda iki tür rota üzerinden çadırlarda ikamet ederek gidebilirsiniz ki en güzeli de budur. Çadırlarda kalacaksanız, Peru'ya gelmeden önce yerinizi ayarlamanız ve gezi tarihleri belirlemeniz gerekmektedir. İsminiz devlet tarafından onaylanmaktadır.
2. Machu Pichu'ya gitmek için yürüyüş rotasını seçecekseni, iyi bir tur şirketinden yer ayırmanızı tavsiye ederim. Biz Llama Path ile gittik.(http://www.llamapath.com/) oldukça memnun kaldık.
3.Temel İspanyolca cümle ve kelimeleri öğrenmeye önem gösterin. Hatta gezerken yanınızda mutlaka not defteri bulundurun yazışarak anlaşabilirsiniz.(özellikle sayılar.)
4. Su alacaksanız üzerinde "sin gas" yazmasına dikkat edin yoksa su gazlıdır.
5. Bahşiş önemli bir yer tutar.
6. Zaman konusunda esnek olun hiçbir şey zamanında olmayabilir.
7. EN ÖNEMLİSİ DE MUTLAKA SARI HUMMA AŞISI OLUN. Bu konuda Türkiye havalimanlarında veya hastaneleri ile Güney Kıbrıs'ta bu amaca hizmet eden bir birimi var. Ziyaret edeceğiniz ülkeye göre aşı yaptırabilirsiniz.

23 EKİM 2012 :

    İçimizde heyecan ve mutluluk,, zamanlardır yaptığmız hazırlık sonunda hayallerimize doğru yolculuk yapıyoruz. İlk kez bu kadar uzağa gideceğiz yaklaşık 12 saatlik bir uçuş bizi bekliyor...
   Uçağımız Ercan havalimanında önce İstanbul'a doğru havalandı. Mevsim artık kışa döndüğünden İstanbul'da bizi bulutlu ve serin bir hava karşıladı. İstanbul'dan İberia havayollarına ait uçakla İspanya ya doğru yola çıktık. Madrid in dev havalimanına inerek, bir gece konaklayacağımız madrid'e metro ile gittik. Gece biraz dolaşıp akşam yemeği yedikten odamıza çekilerek son hazırlıklarımızı tamamladık.
Ve yolculuk başlar...





   

Madriddeki Hostelimiz


24 EKİM 2012 
    Sabah neredeyse koşar adım havalimanına yetişmeye çalışıyoruz. Uçağımız inanılmaz derecede kalabalık. Biletimiz onaylı olmasına rağmen, online check in yapmadığımız veya erken gelmediğimiz için bekleme listesine alınıyoruz. Tartışma falan derken İberai bize 500 euro ve bir gecelik konaklama verebileceğini söylüyor. Pek kötü bir teklif değil. Ama 15 dakika sonra yer bulunuyor eşimle ikimizi farklı yerlerde oturtuyorlar ama uçakta yer değişebiliyoruz. İberia ile Okyanusu ve Amerika kıtasını 12 saatte aşacağız ve malesef her koltukta olduğu gibi bir uçak içi eğlence sistemi yok. Ayrıca koltukları biraz rahatsız. 
   Uçuşumuz güvenli geçiyor. 12 saat boyunca güneşi takip ederek uçuyoruz. Gün hiç bitmeden...
altımız saatlerce sadece su ve güneş yakıyor. O dönem uçak korkusuna sahip olduğum için reçeteli sakinleştirici ilaçla uçabiliyordum ve bu ilaçların sayesinde kendinizi bir tüy kadar hafif hissedebiliyorsunuz ama bu gezi sayesinde uçuş korkum ortadan kalktı artık hiç birşey kullanmadan uçabiliyorum. (yaklaşık 3 gün uçakta uçarak ve 8 kez farklı uçağa binince böyle oluyor) 
  12 saatlik gündüz yolculuğu sonunda ayni günün akşam üzeri saat 5 gibi Lima'ya iniyoruz. (Yaşasın ömrümüz yaklaık 12 gün uzadı) Başka bir kıtaya ayak bastığınızda kendinizi o kıtanın kaşifi sanabilirsiniz. Bu çok normal herşey size çok yabancı ve farklı dünya gibi görünse de bu kadar uzaklıkta bile herşeyin tıpkı sizin gibi ayni olduğunu görebiliyorsunuz. Sadece minik, ufacık farkılıklar ve bu ufak farklılıklar sizi dünyanın bir ucundan diğerine sürüklüyor...
  Havalimanında bizi Diego karşılıyor. Burada bir tur şirketi var. Kıbrıs'ta yaptığımız uzun araştırma sonunda tatilin bir kısmı için Diego ile anlaşıyoruz.(http://www.peruviansoul.com/) bizce oldukça güzel bir tur şirketi. Biz oldukça fazla memnun kaldık. Diego bizi Pick-up tipi aracıyla ilk gece konaklayacağımız, Lima da bulunan Runcu Hotele götürüyor. (http://www.hotelruncu.com/) ilk gün için oldukça lüks ve güzel bir hotel. Açıkçası bizim standartlarımız için biraz lüks otel. Hostelin samimiyetini ve sıcaklığını pek vermiyor. Neyse odamıza yerleştikten sonra başkent Limayı araba ile geziyoruz.Öncesinde enfes bir akşam yemeği (buranın damak tadı bize çok uyuyor hatta yemeklerine hayran kalabilirsiniz) ardından da Pisco Sour içeceğimiz bir para geçiyoruz. (bu içkinin tadını merak edenler için:http://www.epicurious.com/recipes/food/views/pisco-sour-234357). Bu içkinin en ilginç özelliği içerisinde yumurta beyazı içermesi. İçkilerimizin ardından Jet-lag 'ın dibine kadr batmış bir halde otele döndük. Yaklaşık 3 gün bu şekilde baş dönmesi ve ani uyku bastırması ile geçecekti. 
Gece Lima




Lima






25 EKİM 2012:
   Otelimizde geçen mükemmel bir gece sonrası, sabah otelde enfes bir kahvaltı yaptık ve gece geldiğimiz Limayı gündüz gözüyle izledik. Etrafımızda yüksek binalar ve kapalı bir hava eşliğinde ilk gün kahvaltımızı yaparak, eşayalarımızı arabaya yükledik. Hedefimiz Ica...
   Öncelikle Limanın kalabalık trafiğinden epey uzun uğraşlar sonucunda çıktık. Etrafımız önce yeşil daha sonra ise gittikçe sararmaya ve gittikçe çölleşemeye başladı. üzerinde gittiğimiz Pan-Amerikan otoyolu Alaskadan Arjantinin "Ateş Toprakları" bölgesine kadar uzanıyordu. Yani bu yolu tekip ederseniz bir ucunda Alaskaya  diğer ucunda da Ateş topraklarına ulaşabilirsiniz.
    Dümdüz bir yol sarı kumların arasında serap etkisi yaratarak ufka kadar uzanıyordu. Asfalt yolun iki kenarında tepeler ve ovalar çırılçıplak sanki birisi tarafından tüm bitki hayatı sökülüp öylece bırakılmış gibi önümüzde uzanıyordu. Yol oldukça hareketli, sürekli olarak Tırları görüyorduk. Çöl boyunca sayısız yol kenarında kontrol yapan otoyol polisleri ile çöl kenarında kurulu küçük kasabalar. Hepsi tipik İspanyol şehir mimarisine hakim. Bu örtü, denize kadar uzanıyor ve zaman zaman yaklaştığımız deniz kıyıları ile bu görüntü muhteşem bir manzara oluşturuyordu. 
   Özellikle çok ilerilerde görünen ve denize direk inen heybetli ve boş sarı tepeler, hiçbir hayat olamasına rağmen bize oldukça canlı geliyordu. Uzun araba yolculuğu sonunda Tacama şaraplarının üretildiği fabrikaya geldik. Herşey İspanyol etkisi altında, üzüm bağlarının hemen yanında üzerinde haç bulunan bir çan kulesi il güzel bir yerdi. Burada şarap tadımı yaptıktan sonra,öğle yemeği için yakınlarda başka bir yerde durduk. Güzel bir öğle yemeği ardından, etraftaki arkeolojik şarap birkaç yeri gezdikten sonra önce Ica'ya oradan da Huacachina'ya geldik. 
    Huacachina, Peru ziyaretinde bulunan herkesin mutlaka gelip görmesi gereken bir yer. Çölün tam ortasındasınız. Her yanınız kum tepeleri ile dolu, her tarafta kumlar uçuşuyor. Ama tam ortada bir yerde küçük ve kurumayan bir gölet var ve etrafında yeşillikler içinde bir kasaba. Alıştığınız herşeye karşı gelecek bir doğası var. Uzaktan gördüğünüzde bile sizi kesinlikle heycanlandıracaktır. 
   Otelimize gelip, etrafı biraz gezdikten sonra, çöl aracına biniyoruz. Tabi önce bize yaralanma ve ölme durumunda hiçbir hukuki sorumluluk almayacaklarını belirten bir yazı imzalatıyorlar. Ardından diğer turistlerle birlikte bu üzeri açık araçla, çölün içerisinde son sürat gidiyoruz, tepeleri tırmanıp inişler iniyoruz, takla atacak seviyeye kadar sayamadığım kadr çok geldik. O uçak kalkarken içiniz gıcıklanır ya onu defalarca yaşıyorsunuz. Artık dayanmanın sınırına geldiğimizde araçtan indik ve Sun Boarding yaptık. Zevkini anlatamam. Yüksek bir tepenin üzerinden aşağıya, bir tahta ile son sürat kayıyorsunuz. Muhteşem bir heyecan. Aşağı inince yukarıya bakıyorsunuz insanlar minicik görünüyor. Aşkım kaymaktan çekindiği için bu tepeyi araba ile indi hangisinin daha korkutucu olduğunuda böylelikle anlamış oldu. Özellikle midemizi ağzımıza getiren yolculuktan sonra bitkin düştü.Araç bizi en son,  Huacachinada batacan güneşi izlemeye götürdü. İşte herşey tam bu an bitiyor. Tüm kavgalar, uğraşlar,hırslar tam buraya gömülüyor. Kızıllanan güneş, sarı kumların arasında kaybolurken tarifi olmayan bir güzellik oluşturuyor. Sanki bir annenin çocuğunu öpmesi gibi öylesine saf ve mucizevi...
    Güneş yavaş yavaş kaybolurken, tepenin üzerinde oturanların tümü yüzlerine yayılan tatlı bir tebessümle ve huzurla manzarayı izliyorlar. Dinginliğin içerisinde kaybolarak. 
   Bu manzaranın  Huacachina'ya iniyoruz. Akşam yemeği ardından bu çöl kasabasını dolaşıp yorgunluğu üzerimizden atıyoruz...
Runcu Otelden Lima


Limadan bir tepe

Yol üstü tepeler




Pan-Amrekan yolu...



Rehberimiz Diego

Öğle yemeği

Aracımız..

 Huacachina








 Huacachinada Çöl gezisi


Sand Boarding


Dik tepenin altı


 Huacachina 

 Huacachina gün batımı


 Huacachina da gece 


Akşam yemeği :)

26 EKİM 2012

    Otelimizin arkasında dev bir kum tepesi yükseliyordu.Sanki çöle açılan kapı gibi olanca heybetiyle yükseliyordu. Huacachinadan, mutlu ve güzel anılar toplayarak arabamıza bindik ve diğer rotamız olan Ballestas adasına doğru yola çıktık. Bu adaya "Fakir Adamın Galapagos'u" ismi de verilmiştir. Binlerce kuşun konakladığı çıplak kayalıklar...
    Yolumuzun üzerinde, bir çok kasaba gördük. Bir çoğu çölün göbeğinde kurulmuş derme çatma yapılar. Bunun dışında çok canlı bir hayat yaşanıyor. Yükselti ve alçaltılardan sonra, denize varıyoruz. Çorak topraklar garip tepeleri ile içinde hayatın köpürdüğü deniz ile buluşuyor. Ufka kadar bakıyorsunuz manzara ayni ama sizi derinden etkileyecek kadar da güzel..
   Sabah serinliğinde, Bellastas adasına gitmek üzere, küçük bir sürat motoruna bir çok turistle birlikte bindik. Hafif sallantılı bir yolculuktan sonra (ki deniz eşimi çok fena tuttu), Paracas bölgesinde denize bakan bir tepe üzerinde,İspanyolcası El Canderabla(mumluk) olan bir çizim gördük. Bu dev çizim sanki dün çizilmiş gibi dursa da M.Ö 200 yıllarına ait. Bu bölgenin iklim şartlarından dolayı bu çizgiler sonsuza kadar kalacak gibi duruyor.
    Kısacası,  595 feet büyüklüğündeki bu çizim, Paracas insanları tarafından, muhtemel denizciler için görebileceği şekilde ve bu bölgenin mitolojisinde yer alan ve ayni zamanda halüsinojenik bir bitkiyi sembolize ettiği düşünülmekte. Bu bizim Peru da gördüğümüz ilk gizemli şekildi. Bazen gördüğümüz o UFO belgesellerinde burası ile ilgili neden ve nasıl çizildiği konusundaki araştırmaları çok iyi anlıyorum. İnsanın kendisine sorduğu ilk soru buraya neden böyle bir şey çizildi? 
   Bu ilginç çizimi izledikten sonra adaya doğru yol aldık. Ballesastas adası tamamen kuşlardan oluşuyor. Gözünüzü alabildiğine kuş. Sarı kayalıkların üzerine baktığınızda gördüğünüz siyahlık, kayalığın rengi değil üzerinde konaklayan ve sayıları onibinlerle ifade edilen kuşlardan oluşuyor. Gökyüzü her yer kuş...
   Bununla birlikte adada penguen ile deniz aslanları da bulunmakta. Adanın sahipleri bizim gelişimizi önemsememiş gibi kendi işlerine baktılar. Gezimizde bir çok kuş türünün yan yana kayalıklarda oturduğunu gördük. 
   Bu gezinin ardından Paracas Doğal Rezervine  doğru yol aldık.Çölün tamamen ortasında, çok ama çok az bitki örtüsünün yanından geçtik. Çırılçıplak ve buğulanan ufku izleyerek,gerçekliğinden şüpheye düşebileceğiniz bir coğrafyanın tam ortasında kumdan oluşmuş bir yolun üzerinde devam ettik. Bir kaç müze gezdikten sonra, bu yabancı gezegenin, derin bir yamacından denizin kıyıyı hırpalamasını izledik. Oldukça güzel liman benzeri bir yerde oturup öğle yemeğimizi yedikten sonra Nazca'ya doğru yola aldık.  
  Çöl yine bize eşlik ediyordu...












Ballestas adası










Çölün ortasında bir gemi..(Muhtemel bir fırtına ile buraya sürüklenmiş)










Paracas Doğal Rezerv

27 EKİM 2012
Nasca şehrindeki yolculuğumuza erken başladık. Bugün uçakla, dünyaca ünlü Nasca çizgilerini izleyeceğiz. Öncesinde Nasca çizgileri ile ilgili kısa bir bilgi vereyim;
 Nasca çölünün ortasına kazınan bu resmilerde çeşitli hayvan ve çiçekler sembolize edilmektedir. Yerden bakıldığında kesinlikle görünmeyen bu çizgiler 1926 yılına kadar keşfedilememişti.Muhtemelen İnka uygarlığı döneminde çizildiği düşünülse de halen kim tarafından yapıldığı tam olarak belirlenememiştir. Muhtemel tarihlenmesi ise MÖ 200 ile MS 700 yılları arasında olduğu düşünülmektedir. Takvim, gökbilimi,ayin gibi sebeblerden dolayı çizildiği düşülmektedir. Ancak bu tam olarak kesin değildir. İklimin de yardımıyla bu çizimler binlerce yıldır ilk çizildiği gün gibi duruyor. 
  Esas garip olanı, insanlığın uçmadığı bu dönemde niçin yer yüzünden farkedilmeyecek şekilde bu çizimler yapılmıştı? Turizm için günümüzde uçakların kullanıldığı düşünüldüğünde bu çizgiler gökyüzünden gelen birileri için mi çizilmişti? Burayı ziyaret ederseniz gerçekten kendinize bu soruları soracaksınız. Hatta Erich Von Daniken'in Tanrıların Arabaları adlı kitabını okuyarak buraya gelirseniz kendinizi daha büyük bir gizemin içerisinde bulabilirsiniz. Nasca Turizmi bu kitaba çok şey borçludur.
  Pasaportlarımızı yanımıza alarak Nasca havalimanına gittik. Küçük pervaneli uçakların biri kalkıp biri iniyordu. Hemen, bilet işlemlerini hallederek küçük bekleme salonuna geçtik. Sıra biz gelince heyecanla uçağa bindik. Hayatımızda ilk kez bu kadar küçük bir uçağa biniyorduk. Sanki minibüse binmek gibi, uçak pilotu uçağı uçururken yaptığı herşeyi izleyebiliyorduk.
  Havada kısa bir seyir sonrası, Nasca çizgileri göründü. paralel birbiri içinden geçen çizgiler, daha sonra sarmal kuyruklu bir maymun, örümcek daha niceleri. Uçak bir sağa bir sola yatarak bize çizgileri gösteriyordu. Tabi maruz kaldığımız kuvvet insanı epey zorluyor hatta mideyi de...
   Koskoca düzlüğün ortasındaki çeşitli şekilleri yaklaşık 45 dakika izledikten sonra uçak yavaşça havalimanına indi. Buradan biraz hediyelik alarak, otele döndük. Oteldeki kahvaltı ardından Nascayı gezmeye çıktık. Burada İnka İmparatorluğundan kalma bir kaç eski saray ve bina ile bir müze gezdik. en önemli müze Antonini Arkeoloji Müzesiydi. İçersinde yine uzaylılarla ilişkilendirilen bir İnka geleneği olan insan kafatasını uzatma örnekleri ile, üzerinde saçları olan ve kafatasına deri kayış geçirilmiş örnekler bulmanız mümkün. Ayrıca, kuru sert iklimin herşeyi ilk günkü gibi saklama adetinden örneklerde bulmanız mümkün.
   Bu ziyaretlerden sonra, Diego bizi Cruz Del Sur (http://www.cruzdelsur.com.pe/) otobüslerinden birine bırakıp ayrılıyor. Otobüs dediğime bakmayın daha çok yürüyen bir otel koltuklar deri ve tamamen yatabiliyor ayrıca sıcak yemek servisi ile televizyon var..
   Nasca dan ayrılırken şunları da eklemek istiyorum: İlk olarak her yerde aşırı güvenlik tedbiri var. Neredeyse her turistik mekan güvenlikçiler ile çevrili. Hatta Cruz del sur otobüslerine binerken fotoğrafımız çekildi desem inanırmısınız. Bizimle beraber bu otobüse binen herkesin. Otobüs şirketi komple bizi fotoğrafladı. Ayrıca zaman ile ilgili bir sorun var hiç bir şey tam zamanında olmuyor.Muhtemelen herşey biraz gecikmeli ki bu bize pek yabancı değil. Ayrıca tuvaletler oldukça alçak ..
   Otobüsün konforunda yolculuğumuz beyaz şehir,Areqiupa. yaklaşık 8 saatlik yolculuk..











Uçağımız..




Antonini Müzesi



Nasca da bir sokak


Cruz Del Sur Otobüsü 

28 EKİM 2012
Sabah Areguipa'ya rahat bir yolculuk sonrası varıyoruz.Tipik İspanyol koloniyel mimarisi buraya tamamen hakim. Binaların inşaasında kullanılan, beyaz volkanik taşlardan dolayı şehre Beyaz şehir lakabı takıldı. Oldukça önemli bir tarihi geçimişi var. Binaların güzelliği dillere destan. Ayrıca burası UNESCO dünya mirası listesinde yer alıyor. Etrafı gezmeden önce tur şirketinin birine girip Colca kalyonu için ayarlama yapıyoruz. İki  gün- bir gecelik bir tur alarak şehir geziyoruz.
  Öncelikle ana meydan, etrafı eski ve görkemli binalarla çevrili ki bunların bir çoğu restorant be tam ortada yemyeşil bir park. Etraf cıvıl cıvıl insan kaynıyor. Gayet güzel ve eğlenceli. Buralarda biraz dolaştıktan sonra,şehrin belkide en güzel bulduğum yeri olan Santa Catalina Manastırına gidiyoruz. bu manastır;1579 yılına tarihli olan bu manastır kadınların kullanımına sunulmuş.Yüksek duvarların içerisine girdiğinizde minik bir şehir ile karşılaşıyorsunuz. Sokak ve ev tarzı tek odalı yaşam alanları bulunmakta.Hatta bazı odalarda o odalarda yaşayan rahibelerin isimleri ve fotoğrafları bulunmaktadır.Bununla beraber, burada hayat sürenlerin günlük hayatlarından da kesitler bulabilirsiniz.
     Bir kısmı halen manastır olarak kullanılmakta olan bu yerin canlı mavi renk duvar boyası ile biz gerçekten etkiledi. Manastır içerisinde yaşayan kadınlar kesinlikle kimseyle görüşmüyordu. Hatta rahibelerin ürettiği ürünleri satmak için odalar vardı ve bu odalarda alım satım esnasında kimse kimseyi görmüyordu.
  Gezimiz esnasında göz ucuyla karşılaştığımız genç rahibeler bizden kaçarcasına uzaklaştı. Etrafı gezip şehri keşfetmeye devam ettik. Hatta bu şehirde dostluğumuzun halen devam ettiği sevgili Hector ve İraxe ile tanışarak onlarla gezmeye de devam ettik.
  Burada mor mısırdan yapılan alkolsüz, çeşitli baharatlarla ve ananasla tadlandırılmış İnka İmparatorluğundan kalma antik bir içecekle tanıştık "Chicha Morada"
  Günün sonunda Hector ve İraxe ile Cusco da buluşmak üzere ayrıldık. Yarın ki yolculuğumuz Colca Kalyon yürüyüşü...
Arequipa Ana Meydan Katedral


Arequipa sokakları





Santa Catalina Manastırı



Santa Catalina Manastırı Mavi Duvar



Santa Catalina Manastırı Sokakları

Arequipa Ana Meydanı

Perudan Müzik

Arequipadan El-Mistinin bulutlu ve karlı zirvesi..

Sevgili dostlarımız

Arequipa sokaklarında gece ayini 


Chicha Morada







29 EKİM 2012 :

Gecenin 3 ünde, otobüsle 3 saatlik bir yolculuğa başladık. Etrafımız zifiri karanlık ve sokaklar bomboş. Geçtiğimiz her yerde eşsiz güzellikte bir doğa ve dişlerinizi takırdatan bir soğuk. Virajlanan yol,El Misti dağlarının eteklerinden geçip gidiyor. Gittikçe yükseliyoruz yosun benzeri yeşil otlardan başka hiçbir bitki örtüsünü olmadığı yollardan ve iki yanımıza dağılmış minik göletler arasından, güneşin kalkmak üzere yeltendiği çıplak ve üşüyen tepelerin arasından döne dolaşa geçiyoruz. Gün ağardığında, etraf daha bir heybetli görünüyor. Gözümüzün alabildiğine uzanan kıraç tepeler v ovalar en sonunda yolculuğa başlayacağımız Chivay kasabasında sonlanıyor.  

COLCA KANYONU 1.GÜN:
   Kahvaltı sonrası, minibüsle rahatsız bir yolculuğa çıktık. Bizimle beraber 2 yol arkadaşı ile rehberimizle toplamda 5 kişiydik. Yol üzerinde virajlar ve doğal tünellerin arasından geçerek COlca vadisine ulaştık. Öncelikle araçta inip And Dağları Condorlarını izledik. Bu özel kuşlar akbaba ailesinden. 3,5 metreye kadar kanat açıklığına sahip. Baş ve boyun bölgesi çıplak olan bu kuş en uzun yaşayan kuş olarak sayılabilir. yapılan araştırmada 75 yıl kadar yaşadığı tespit edilmiş. Ayrıca Peru kültüründe oldukça önemli bir yere sahip. Son zamanlarda uygulanan projelerle soyu kurtulmuş durumda.
  Bu ziyaretin ardında yine minibüse binerek kısa bir yolculuk sonrası bizim için ilk efsanevi yürüyüşe çıktık. Önceleri tatlı gelen yürüyüş bir müddet sonra gerçekten acı veriyor. Özellikle sadece iniş indiğinizi düşündüğünüzde. Ayak kaslarınızın zorlandığını ve titrediğiniz hissediyorsunuz. Buna rağmen etrafın eşsiz manzarası sizi başka bir diyara sürüklüyor. Ayaklarımız son raddesine gelinceye kadar kaygan ve zorlayıcı patika yolda yürüdük. Arasıra yağan yağmur bizi ıslattı. Yeşil vadinin, avakado ağaçlarının altından yanımızdan akan minik akarsularla paralel yürüdük. 
  Yeşillikler arsında küçük restoran tarzı bir yerde verdiğimiz molanın ardından kaldığımız yerden devam ettik. 
  Artık son gücümüze ulaştığımızda, nehrin yanında kelimelerin yetersiz kaldığı bir lodgeye ulaştık. Palmiye ağaçlarının altında yeşilliklerle çevrili ahşap evlerden oluşan bir yerdi. Ulaşım o kadar zor ve o kadar imkansız gibiydi. Odamıza yerleşip, nehrin kenarında oturduk. Ayaklarımızı kesinlikle hissetmiyorduk ve bu inişin bir de çıkışı vardı. Buraya vardığımızda gün tükenmek üzereydi. Son gücümüzle akşam yemeği ardından ışıksız ve kapısız sayılabilecek bir yerde uykuya daldık.
Colca Kanyonundan...






Condor









o görünen zigzag patikadan aşağıdaki yeşil alana giden alan






Colca Kanyondaki Odamız 



yürüyüşten sonra dinlenme..




Colcada akşam yemeği


30 EKİM 2012

COLCA KANYONU 2.GÜN: 
    Zifiri karanlıkta başımızda fenerler ile hazırlanıp,dik ve sarp yokuşu tırmanmaya başladık.Bizimle beraber bir çok kişide bu daracık patika üzerinde yol alıyordu. Hiç dinleme arası olmadan kayalıkların ve sert topraığn arasında yükseliyorduk. Yükseldikçe akşam kaldığımız Lodge gittikçe küçülüyordu. Su içmek için verdiğimiz küçük aralar bir müddet sonra bizi daha fazla yoruyordu. Yukarıya baktığımızda bizim ilerimizde olanlara gerçekten imreniyorduk. 
    Yaklaşık 3 saatlik zorlu bir tırmanıştan sonra en sonunda zirveye ulaştık. Küçük bir kasaba gezisi ve kahvaltının ardından otobüse binerek, Puno ya doğru yolculuk için hazırlanmaya geçtik. 
  
Puno yolu mistik ve gizemli bir rüya mekanı gibiydi. Aldığımız turlu otobüs bizi 3 durakta durdurduktan sonra Puno'ya ulaştıracaktı. İlk olarak El Mistinin etekleri göğü delecek yüksekliğe çıkan bu sönmüş volkanın heybetine bakmak bile insanda muhteşem bir his uyandırıyor. Daha sonra ikinci durağımızda pelikanları uzaktan izleme şansı bulduk. 3. durağımızda ise Büyük bir lagünün yanında durduk. (Hava griydi ve yıldırımlar çakıyordu ayrıca bulunduğumuz yükseklikten dolayı bitki örtüsü garipleşmişti.Alpaka ve Lamaların özgürce dolaştığı bu topraklar, Kısa bodur ağaçsı otlar ile yosunlarla çevriliydi.Açıkçası bana fantastik bir film seti gibi geldi. ) burada fazla vakit geçiremeden hemen devam ettik. Yağmurun arasında en sonunda Puno'ya vardık. 
   Puno, Peru'nun Bolivya sınırında bulunan bir kent. Hatta dünyanın en yüksekte bulunan gezinebilir gölünün yani Titikaka Gölünün kıyısında kurulu şehirdir. Burada İntiqa hotele yerleştik. Oldukça lüks bir oteldi. (http://www.intiqahotel.com/

Colcadan çıkış











Puno yolunda






El Misti











Puno yolunda Lagün.


31 EKİM 2012
   Zengin ve keyifli bir kahvaltı ardından Tur şirketimiz ile limana gelip, tekneye bindik. Titikaka gölü, Peru ile Bolivya arasında sınır oluşturan bir göl ve yine göl dünyanın en yüksekte olan ve gezinebilir özelliğe sahip gölü. İsmi ise iki parçadan oluşuyor. Quecua diline göre: Peru dilinde TİTİ=PUMA, Bolivya dilinde KAKA=GRİ anlamına geliyor. Yani Türkçe karşılığı Gri Puma. En derin yeri 180 metre olan göl 3815 metre yüksekliktedir. Yani bu yükseklikte inanın nefes alıp vermek bile zorlaşmaya başlıyor...
   Göldeki ilk durağımız, Urosların, sazlık benzeri bitkileri birbirine bağlayarak yaptıkları adacıklara olan ziyaret oldu. Gölün ortasında bu şekilde bir çok adacık var. Bu adacıklar tamamen insan yapımı. Eğer komşunuzla anlaşamıyorsanız, adanızı bir bıçak yardımıyla adacıktan ayırabilirsiniz.:) Bu adacıklar bir köy gibi, bu  köyün bir sözcüsü var. Bir ana meydanı ve kenara dizili evleri. Günümüzde daha çok turistik olarak hizmet veren bu adacıklarda yaşayan insanların giydiği yerel kıyafetlerde oldukça renkli. 
   Burada İspanyolca ile birlikte Aymara dili de konuşulmakta. İngilizce ise yok denecek kadar az konuşulan bir dil. 
   Bu gezimizin ardından gölün içersinde bulunan ve Yerli Peru halkının yaşadığı Taquille Adasına doğru yol alıyoruz. yaklaşık 2 saatlik bir tekne yolculuğu ardından adaya varıyoruz. Hafif bir yokuş ile adanın en üstüne çıktık. Burada çeşitli yerel kıyafetler giymiş insanlar var. İnsanlar giydikleri kıyafete göre bekar veya evli olarak ayrılıyor.Kıyafetin üzerine giydikleri berenin ucu beyaz ise takan kişinin bekar olduğu ve eğer takılan berenin kırmızı olmasında ise kişinin evli olduğu simgelenmekte. Adayı gezerek öğle yemeğine geçtik. Öğle yemeğinde kızarmış balık ve patates. Buranın yemekleri pek yabancı değil zaten tanıdığımız bir çok şeyin anavatanı Patates,domates ve mısır gibi...
   Ada tepelik üzerine kurulu. Daracık yolları ile limanı ile merkezi arasında bir eğim bulunuyor ve ayrıca adayı çevreleyen bir yola. Buradan bakınca Bolivyanın karlı dağlarını görebilirsiniz.
   Yine adada küçük ve güzel evler ve insanlar var. Erkeklerin örgü ördüğü bir yer burası. Tüm Perudan ayrı kendi halinde küçük bir devlet gibi.
    İlerimizde göle düşen sağanağı izleyerek adanın etrafını dolaştıktan sonra tekrar gemimize biniyoruz.
    Diğerleri geri dönüş yoluna devam ederken biz, Titikaka gölü kenarında bir köyde, 1 gece konaklamak ve bu insanların yaşam tarzlarını gözlemlemek amacıyla konaklamak üzere indik. Oldukça sevecen ve sıcak kanlı ev sahibimiz,bizi küçük iskeleden karşılayarak evine götürdü. Eşyalarımızı bırakarak bu küçük köyde gezmeye çıktık. 
    Seki gibi gittikçe yükselen bu alanda yaklaşık 200 kişi yaşıyor. Turizm için oluşturulan kooperatifler aracılığı ile oldukça güzel hizmetler buraya gelen ziyaretçilere sunuluyor. Köyün etrafını gezdikten sonra odamıza geri geliyoruz. Odamız ev sahiplerimizin evinden çok daha güzel ve çok daha lüks. İçimiz biraz burkuldu açıkçası. Evin 4 çocuğu vardı. 1 tanesi 2 yaşlarında minik bir kız. onunla oyun oynayarak vakit geçirdikten sonra, evin karşısındaki ev den ayrı mutfakta akşam yemeğini yedik. Yemeğin en güzeli unutamadığım çorbalardı. Evin hanımı Aymara dili ile bize bişeyler anlattı. pek anlamasakta yemeğin tarifi ile ilgili olduğunu düşünüyoruz. Gece odamıza çekildiğimizde hemen yakınımızdaki göl dahi etraf zifiri karanlık altındaydı. Gece başlayan sağanak yağmurun sesi ile uykuya daldık.
Titikaka Gölünde müzik


Uros Adaları




Adaların hikayesi( bu bitkiler örülerek bu adalar yapılıyor)







Taquille Adası





Taquille adasında bekar erkek





Taquille Adasında başkent mesafeleri

Taquille adasında bir yol kenarı

Kaldımız köyden göl kıyısı








Kaldığımız Köy
1 KASIM 2012:
Peru da ilk kez bu kadar uyuduk. İnanılmaz bir şekilde sabah 8'e kadar ve bir daha da bu kadar uyumayacaktık.:)uyanarak köyü gezdik. Burada bulunan ilk okula gittik. Burada devlet en ücra yerlere kadar ulaşmış. Hemen hemen her köyde veya hemen yakınında bir okul bulunuyor. Burada köyün çocukları sınıflarında izledik. Oldukça eğlenceliydi hatta bizde aralarına katıldık.Daha sonra ev sahibine tarlada biraz da yardımın ardından odaya geri dönüp buruk bir şekilde oradan ayrıldık. 2 saatlik gemi ile geri dönüş yolculuğundan sonra, Punoya vardık. Puno da 1 günlük Bolivya gezisi için tur ayarlayıp Puno civarını gezerek günü bitirdik.





Göl Gezisi


Puno da bir pazar







03 KASIM 2012:

    Bolivya dönüşünün ertesinde hazırlanarak tekrar yollara düştük. Tatilimizin temelini oluşturan ve hayatımızdaki gezilerin en güzelini gerçekleştireceğimiz Cusco Şehrine doğru yola çıktık.  Otobüsümüz gittikçe yükselen tepelerin üzerinde yol alıyor. Ağaçtan yoksun ovalar ile tepeleri aşarak yola devam ediyoruz. Yol üstünde bulunan bir iki İnka dönemi tapınaklara girip çıktık. etrafımızdaki bitki miktarı sürekli değişiklik gösteriyor. Bazen aşağılara doğru kıvrılıp yeşil vadilere bazen tepelerin üzerideki kıraç düzlüklere çıkıyoruz. Ayrıca bildiğimizin şehirlerden kilometrelerce uzaklıklarda sakin ve sessiz küçük,kendi halinde köyler görüyoruz. İnanın hemen hepsinde inip zaman geçirmek istersiniz. Dağların ve tepelerin arasında isimsiz köylerde yaşayan sert yüzlü esmer insanlar. 
   Ziyaret ettiğimiz yol üzerinde en wiracocha tapınağı,82 feet uzunluğunda ve 35 feet yüksekliğinde kerpiç ile yapılan muazzam bir tapınaktı. Zamanına göre oldukça heybetli bir durumdaydı. Etrafında pazar alanları ile tahıl ambarları ile yaşam yuvasıydı. Fakat İspanyol işgalciler tarafından bu tapınak yerle bir edildi ki bu İspanyol işgalinin yaşattığı en küçük felaketlerdendi. 
   Bu şekilde dura gide yaptığımız yolculuk ardından Cuscoya girdik. Cusco bizim aklımızdaki bir yer olmadığını da burada anladık. Öncelikle otelin bizi gelip almaması ile başlayan aksilik daha sonra taksinin gideceğimiz oteli bulamaması ile devam etti ancak bir süre sonra her şey yoluna girdi. Ayrıca şehrin havalimanı oldukça ilginç. Şehrin merkezinde gibi. Arabayla devam ederken sanki yan şeritten uçak geçiyor hissi veriyor.
  Cusco, 3400 metre bir şehir nefes almak için zorlanacağınız bir yükseklikte bulunuyor. Şunu söylemeliyim ki ayakkabı bağlarken nefes nefese kalıyorsunuz. Ayrıca bu yükselikte araçlar oksijen azlığından yakıtlarını tamamen yakamıyor. Şehir oldukça önemli bir nokta. İnka krallığının başkenti e birçok İnka dönemi eser burada yer alıyor. Özellikle kral sarayı ve hiç harç kullanılmadan birleştirilen dev duvarları ile Sacsayhuaman kalesi, bu şehir gizemleri ve trajedileri ile anılmakta, İspanyol istilası en fazla bu şehirde etkili olmuş. Muhteşem İnka tapınakları ya yıkılmış ya da üzerlerine Kiliseler inşa edilmiş ayrıca halkın bir kısmı kılıçtan geçirilmiş ve en kötüsü son İnka Kralı Plaza De Armas olarak kullanılan şehir meydanında idam edilmişti. 
    İspanyol mimarisi kendisini burada da göstermekte şehir meydanı oldukça özentili yapılmış kare bir alana sahip ortadaki park, etraftaki  esik binalarla çevrili.Bu binaların bir kısmı restorant,bir kısmı da otel olarak kullanılyor. Ayrıca bu şehir Machu Pichu'ya tırmanmak isteyenlerin çıkış noktası. 
      Zor da olsa San Blas Kilisesinin arkasındaki merdivenleri çıkıp dar ve karışık sokaklarda yürüyerek otelimize yerleşiyoruz. Otelimiz oldukça güzel. Yağmur ve yağmurun bıraktığı o kokuyu içimize çekerek otelimizden daracık kıvrılıp binaların arasında kaybolan sokakları izliyoruz. 
     Cusco da karşılaşacağınız en şeylerden biriside hemn her otelin resepsiyonunda bulacağınız Koka yapraklarıdır. Evet bu bitki en tehlikeli uyuşturuculardan biri olan kokainin ham maddesi. Ancak burada tamamen tıbbi bir kullanımı var. Eğer yaprakları çiğnerseniz, yükseklikten dolayı vücudunuz ve kalbinizin daha fazla oksijen almak için kendini zorlaması yatışacak yani yorulmaya benzer hızlı kalp atışlarınız bu şekilde yavaşlayacaktır. Uyuşturucu etkisi kesinlikle yok. 
    Bu yapraklar burada kültürün bir parçası. Bir çok yerde sıcak su ile karıştırıp çayını içebilir, çiğ tüketebilir veya şekerini alabilirsiniz. Ancak yurt dışına çıkaramazsınız. Yakalanmanız halinde hapis cezasına çarptırılabilirsiniz. onun için ülkeden ayrılacağınızda iyi kontrol yapın. 
   Burada yaşayan and dağları insanları (ki and dağları, burada yaşayan halklardan isimlerini almışlardır.) bu yaprakları kıyafetlerindeki özel bu amaç için bulunan ceplerinde saklıyor. 
   Neyse, yarın ki yolculuk 3 gün 2 gece sürecek amazon, yağmur ormanları gezimiz var. Yolculuk Manu Ulusal Parkı...
Cusco yolunda






Raquchi Tapınağı







04 KASIM 2012 

YAĞMUR ORMANLARINDA 1.GÜN:

Oldukça erken bir saatte otelimizden alınıp, Manu Ulusal Parka doğru yola çıkıyoruz. 3 gün boyunca yağmur ormanları içerisinde dolaşıp duracağız.Önce Cusconun merkezinden kenar mahallelerine oradan da gittikçe yükselen yollarda kıvrılarak devam ettik.  İlk önce haftanın belli günlerinde kurulan ve yağmur ormanları ve çevresinde yaşayan insanların ziyaret ettiği uzak bir pazarı ziyaret ettik.Çeşitli meyve sebze, ev eşyaları ve kıyafetler satılan bu yer, küçük bir köyün merkezindeki yola kurulmuştu. Daha sonra araç içerisinde uzunca bir süre devam ettik. Yağmur Ormanlarına az bir mesafe kala, buradaki medeniyetin son kalesi olan  Paucartambo köyüne (çiçekler köyü) geldik. Nehir kıyısına kurulu kasaba, oldukça hareketli. İçerisinde pazarlar, hosteller dükkanlar ve bir yukarı bir aşağı gidip gelen insanlar. Nehirin gürültüsü insanlarınkine karışıp arkadaki yüksek tepelerde kaybolup gidiyor. Bir yanınız medeniyet hemen bir adım ileriniz koskoca bir doğa insanı kendisini burada tuhaf hissediyor. Arazi lastiği takılmış yüksek minibüsümüz, demir köprüyü geçip ihtiyaç ve biraz ara için bizi burada bırakıyor. Etraftaki pazarı gezdikten sonra Plaza de Armas'a yani meydana gidiyoruz.Burada Carmen kilisesini gördük.
   Bu köyde her yıl 16 temmuzda yapılan ve çılgın kıyafetlerin giyildiği,"Fiesta de la virgen" festivali yapılmakta olup her yıl Perunun bir çok yerinden insanlar bu köye akın etmektedir. Malesef biz bu festivali kaçırdık.:( köyün içerisinde yaptığımız gezinin ardından, köyün etrafında bulunan silindir şeklinde Chullpa adlı mezar anıtlarını gördük. Bu anıtlar, atalara tapınma amacıyla yapılmış ve aymara kültürünün en önemli unsurlarındandır.Mezarlar üzerine kertenkele figürleri oyulmuştur.Kertenkelenin kesilen kuyruğunu yeniden üretebilmeleri simgelendiği içindir. Ayrıca Bu mezarlara ölüler Ana rahmi pozisyonunda gömülür. her iki simgede de amaç yeniden dirilişe hazırlıktır. Ayrıca bu mezarların, kapıları doğuya bakar vaziyettedir. Buda doğa ananın güneşi doğurduğu yön olmasındandır.
  Bu gezinin ardından artık yönümüz yağmur ormanlarının girişi. Bir tepeliğin sonunda Manu National Park tabelası ile karşılaşıyoruz. Artık yağmur ormanlarındayız. Varmadan önceki bu son durağımızda inip kısa bir tur atıyoruz.Burada yağmur ormanları ile kısa bir bilgi alıyoruz. Sıcak bir kakao içerek. Dışarıda hafif yağmur çiseliyor ve bulutlar hemen önümüzü kapatıp yoğun bir sis oluşturuyor. O yağmur kokusunu asla unutamam. Nem ve toprağın karışımı yoğun ıslak koku...
  Yine minibüse binerek devam ediyoruz. artık asfalt yok yağmurdan yırtılan toprak yollar. Bir yanımız türlü çeşit bitki ve kuş sesi bir yanımız derin yeşil bir uçurum. Her yan yeşil. Doğa yaşamak için en küçük açıklığı,ışığı ve toprağı kullanıyor. Her yandan yaşam elini toprağa geçirip fışkırıyor. Adını bilmediğim bin çeşit ağacın,sarmaşığın, otun çiçeğin yanından geçiyoruz. Ara sıra bizim gibi minibüsler görüyoruz. Ormanların içerisinde bulunan tek tük evlere malzeme vs taşıyor.
  Bir ara duruyoruz. Rehberimiz dallardan sarkan maymunları bize gösteriyor onları fotoğraflamaya çalışırken rengarenk kuşlar görüyoruz. Tanımadığımız bir doğanın en iç noktasından etrafı izliyoruz tepemizden hafifçe yağmur ve sert bulutlar geçiyor.
  Cenneti tarif edecek olsam bu şekildedir diyebilirim... Minibüs bizi kalacağımız lodgelara getirdi. Aşağı inip, küçük akarsuların arasından yürüyerek ormanın tam ortasında küçük bir açıklığa geldik. Eşyalarımızı bıraktığımızda hava kararmak üzereydi ve sadece 2 saatlik elektrik vardı.
   Koskoca dev bir organizma gibi karşımızda yükselen orman, yavaşça karanlıkta kayboldu. Görmüyorduk ama tüm heybetiyle orada durduğunu biliyorduk. Gece güzel bir akşam yemeği ardından sıcak kakaomuzu içerek ormanın derinlerinden gelen sesleri dinledik. Bize tamamen yabancı ama bir o kadar da güzel şarkıyı...
Manu yolunda... 




Paucartambo etrafındaki mezarlar





Paucartambo

Paucartambo Plaza de Armas


Paucartambo

Carmen Kilisesi











Resim yazısı ekle











Yağmur ormanlarındaki otelimiz.

Odamızdan manzara



















05 KASIM 2012 

YAĞMUR ORMANLARINDA 2.GÜN:

     Yeşil bir okyanusun ortasında kaybolmuşuz hissi ile uyandık. Etrafın gürültüsü son sürat devam ediyordu. Nehirin uzaktan gelen sesi, ormanın gürültüsüne karışıyordu. Etrafta düzinelerce sinek kuşu vardı. Gerçekten çok büyüleyici kuşlar, kanat çırpışlarının süratinden sadece bir bulanıklık ve havada çakılı gibi sabit duruyorlar. Onlardan bir kaçının fotoğrafını çekmek istedik ama çok mümkün olmadı.
    Kahvaltı sonrası yola çıktık. Akarsular ve şelaleler arsında minibüsle yola devam ettik. Yol gittikçe daha da fazla bozuldu. Ancak daha sonra ormanın arasından geniş düzlüklere çıkmaya başladık. İnanılmaz bir şekilde ormanın tam göbeğinde duran minik köylere girdik. İçerisinde elektriği olan ve geniş bir toprak yolun iki yanına dağılan evleri geçtik. Hatta toprak pisti ile bir havalimanı bile gördük. Buradaki bir hostelde öğle yemeği ardından, Rafting yapmak üzere hazırlandık. Ormanın göbeğinde orta şiddette akan nehirde, muhteşem bir rafting tadı halen damağımızda.
   Bot bir-iki yerde bizi zorlasa da bunun dışında oldukça sakin ve güzel bir manzara altında devam ettik. Nehirin içerisine kadar uzanan ağaçların altında devam ettik. Nehir bir çok küçük akarsu ile besleniyor. İnanılmaz bir şekilde zarif bir akımla nehirle buluşuyor çoğu. Sabır ile oydukları kayalıkların arasından, kayıp nehre akıyor. Yarım saat sonra tekrar kıyıya çıktık. Yine kısa bir yolculuk sonunda bir bota binerek, geniş ve güçlü akış hızına sahip nehrin kenarındaki Erika Lodge'ye geldik.  Gecemizi de bu güzel yerde geçirecektik. Bottan inip odamıza yerleşip hemen nehrin kıyısındaki, küçük terasa oturduk. Nehrin gürültülü sesi inanın insana muhteşem bir huzur veriyordu. Ayrıca manzarası anlatılmaz güzellikteydi. Soğuk bir Cusqana birası ile etrafı epey izledik.
   Akşam yemeğinin ardından, hayatın başladığı ormana fenerle daldık. Etrafta ilginç böcekleri gördük Hayat tüm gürültüsü ve gücüyle burada akmaya devam ediyordu.















Kaju (fildişi) fstığı ağacı 







Fil Dişi



06 KASIM 2012

YAĞMUR ORMANLARINDA 3.GÜN:

   Medeniyetin ışık yılı uzaklığında olduğunu hissettiğimiz uzaklıkta,nehir kıyısında oturup bügünkü rotamız için bekliyoruz. Hafifçe yağmur yağıyor ve toprak kokusu her yanı sarıyor. Rehberimiz botları giydirerek yola çıkarıyor bizi. Ormanın derinliklerine doğru yol alıyoruz. Dev ağaçların altından geçtik. Dev ağaç köklerinin  toprağı parçalayıp yer üstünden devam ettiği patikalardan geçtik. 
   En nihayet ormanda gelebileceğimiz en derin yer geldik. Bu bölge koruma altında olduğundan turizm için kullanım alanı sınırlıdır. Yine bu nehir boyu devam edildiğinde, yerel kabilelere ulaşılabilir fakat bu bölgeler, turistlere gelebilecek saldırılardan dolayı kapalı. Hatta rehberimiz bize bir kaç sene evvel nehir gezisinde yerlilerin turistlere ok attığı söyledi.Yine bu bölgede insanlığın ayak basmadığı yerler ve insanlıkla bağlantısı olmayan, modern insan hayatını görmemiş kabilelerin olduğunu söyledi. Bu bölgelere gitmek kesinlikle yasak ve çok ağır cezaları var. Böyle bir izin için, Peru başkanının direk onayı gerekmekte.
   Bir ağacın altında zipping yapmak üzere hazırlandık ve yüksekliği 20 metre ile 200 metre arası yükseklikten zipping yaptık. Özellikle 200 metrelik yeşil bir vadi boşluğuna bakmak ürkütücü. 4 istasyon sonra geri dönüş yoluna düştük.Hafifçe başlayan yağmur eşliğinde kamp alanımıza döndük. 
   Öğleden sonra, nehrin karşısına geçerek Machu Huasi milli parkına geçtik. Burada küçük bir göl var. Etrafında ise bilim insanlarının oldukça yakından incelediği Hoatzin kuşlarını gördük. Kuşların görünümü itibarı ile dinazor çağından kalmış gibi göründüğünü söyleyebiliriz. Ayrıca bu kuşların yeni doğmuş yavrularının kanat uçlarında, pençeye benzer uzantılar bulunmaktadır.
   Küçük gölün üzerinde kısa bir bot gezisi ardından kamp alanımıza döndük. ertesi gün geri dönüş yolculuğumuz başlıyor. 





Ağaç üzerinde gizlenen bu böceklerin bir erkeği sokması halinde 24 saat süren acılı bir ereksiyon hali yaşama durumu var:)




Machu Huasi


Machu Huasi




Hoatzin Kuşu




07 KASIM 2012

YAĞMUR ORMANLARINA VEDA:(
3 günlük dolu dolu yolculuğun sonuna geldik. Sabah Papağanları görme umuduyla nehirde çıktığımız yolculuk yağmurun başlamasıyla suya düştü. Bizde geri gelerek hazırlıklarımızı yaparak önce tekneyle,nehirin akış yönünün tersine zorlu bir ve ıslak bir yolculuğa sonra da küçük bir kıyı köyü olan Atalaya'ya gelerek minübüsü alıp geri dönüş yoluna çıktık. Yağmur, bu gölgede doğaya ait olmayan herşeyi yeniden şekillendirebilecek güçte, yolları, kasabaları vs. yağmur, çamura dönen yollarda aracımızı zorlasa da arazi lastiği takılı minibüs çamurun içerisinden son sürat geçmekteydi. Yolda bizi Polis durdurarak arama yaptı. Bunun amacı, ormandan hayvan, bitki ve en önemlisi koka yaprağı kaçırmamak. Aramamız polisin güler yüzlü bir şekilde bizi uğurlamasıyla bitti. Bir görünüp bir kaybolan toprak yol üzerindeki yolculuk en sonunda asfaltla buluşunca, başımızı cama dayayıp, ormandan geride kalanları, 3 günlük maceramızla hatırlayarak Cusco'ya geri döndük. Biraz dinlenmenin ardından, tatilin geriye kalanı için ayarlamalar yaptık. Daha sonra minik bir şehir gezisi ve otele geri döndük.





Cusco'da öğleden sonra

08 KASIM 2015 
            Arkadaşlarımız, Hector ve Iraxe ile buluşarak, Cuscoyu gezmeye başladık. Şehrin içersinde belkide en değerli yer olan Güneş Tapınağına gittik. İnka İmparatorluğunun başkentinin kalbi sayılacak yere. Buraya ayni zamanda Kale anlamına gelen Qoricancha'da denmekteydi. Buranın ilginç özeliklerini başında,taş blokların arasında herhangi bir harç malzemesinin kullanılmamış olmasıdır.Ayni zamanda buradaki taşların üzeri altın kaplı olduğundan buraya ayni zamanda Altın Kale de denmekteydi.
       Güneş tapınağı asillere ait bir yerdi ve güneş kralı İnti'ye bir çok adak veriliyordu. Bazen de çocuklar kurban edilmekteydi. Kıtlık ve felaketler önlensin diye...Ayrıca burası yıldız gözlem evi olarak ta kullanılmaktaydı ancak, İspanyol işgali ile bu tapınak yıkıldı, taş duvarlar üzerindeki altınlar eritildi ve duvarların üzerine Santo Domingo katedrali inşa edildi. 
     Bu gezinin ardından, Cusconun diğer yerlerini de birlikte gezerek, ertesi gün için oldukça ucuza tur ayarladık. İspanyolca biliyorsanız yarı paraya her yeri ziyaret edebilirsiniz. 
Cusco Merkezi



Tur ayarlarken


Cusconun dar sokakları


Pollo "Tavuk"







Güneş tapınağında adak taşı


Güneş Tapınağı iç avlu

Güneş Tapınağından Cusco






Cusco da market alışverşi:)


San Blas meydanı


09 KASIM 2012

    Sabah unutulduğumuz için oldukça geç vakitte alındık. Hepsimiz epey kızgın bir şekilde tura katıldık. İlk olarak Pisac'a gittik. Burası İnka çağlarından kalma bir yerleşim yeri,şehrin Urubamba nehrinin kıyısındave derin bir vadinin dibinde yer alıyor.Şehrin içerisinde hediyelik alabileceğiniz küçük bir pazar var. Burada biraz alışveriş yaptıktan sonra,şehri ayaklarınızın altına alacak Pisac basamaklarını tırmandık. Buradaki şehir kalıntılarına gezdik.
   Daha sonra Sacred Valley'e doğru devam ettik. Kutsal Vadi olarak bilinen bu yer, İnka tarımı için oldukça önemli bir yere sahipti.Pisac'ı içersine alan ve Urubamba nehrini boyunca vadi tabanını kapsayan bu alan, özel iklim koşulları ile verimli araziler ile çevrilidir. Burası, Machu Pichu şehrine giden yolun üzerinde bulunmaktadır. Buranın etkileyici manzarası eşliğinde çalan yerel müzikle etrafımızı izledik. Dağların ortasına kurulu bu cenneti dolaştıktan sonra, küçük bir köye giderek yerel kıyafet giyinmiş kadınların yaptıkları el işi örneklerini izleyip, gece Cusco'ya döndük. Arkadaşlarımızla tekrar buluşmak üzere ayrılıp Llama Path'a gidip, yarın ki Machu Pichu yolculuğu için brifing aldık .Ayni zamanda, Taşıyıcıya(porter) vereceğimiz eşyaları içerisine koyacağımız çantamızı da alarak otelimize döndük.
   Tüm tatili üstüne kurduğumuz 10 kasım için son hazırlıkları yaptık.:)


Pisac



Sacred Valley





Pisac Kasabası



Pisac Basamakları



























10 KASIM 2012

MACHU PİCHU YOLUNDA 1.GÜN :

    Sabahın saat 4'ünde otobüsümüzün kalkacağı Plaza Regojico'ya geldik. Hayallerimizin gerçekleşeceği yola çıkmaya hazırız. Koca bir yılın tüm ayarlamaları ve herşey bu gün içindi. Otobüsümüz herkesin gelmesini beklerken bize sıcak Kakao ikram edildi. Sabahın soğundan ne kadar güzel geldi anlatamam...
    Şimdi arkanıza yaslanın, size sadece rüyalarda görünebilecek bir şehrin kısa hikayesini anlatayım. Machu Pichu, kendisine insanlarının isminin verildiği Anda Dağlarının 2300 metre yüksekliğinde, yer alan ve geçtiğimiz yüzyılın başında Hiram Bingham tarafından bluundu. Bu Amerikalı tarihçi Machu Pichu'yu küçük yerli bir çoban sayesinde buldu. Bulduğunda şehir,orman tarafından yenilip yutulmuştu. Buna rağmen, şehir terkedildiği gün gibi duruyordu. Hiç dokunulmamış gibi...Şehir tüm zenginliği ile öylece bırakılmıştı. Sanki ev sahipleri uzun bir yurtdışı tatiline çıkmış gibiydi. 
    Machu Pichu Cusco'ya 88 Km uzaklığında olsa da, oldukça karmaşık bir yol sistemi üzerinde olduğundan İspanyollar tarafından asla bulunamadı. Şehir için, İspanyolların yaptığı tüm aramalar sonuçsuz kalmıştı. Tahmin edersiniz ki İspanyollar bu şehri altını için istemekteydi ki bunda haklıydılar. Yapılan araştırmalara göre şehrin asilzade ve üst düzey din adamlarının kullanımında olduğu tespit edilmiştir. Elbetteki bu elit kesim hatırı sayılır altına sahipti...
    Şehir içerisinde, taraçalandırılmış tarlalar, saraylar,gözlem evleri,güneş saatleri,tapınaklar ve evler bulunyor. Ayrıca etkili bir sulama sistemine de sahip. Bununla birlikte, tekerleğin bilinmediği bu coğrafyada bu dev taş blokların nasıl bu yüksekliğe çekilip etkileyici mimariye sahip olduğu sır konusudur. Bir diğer sır ise şehrin ismidir. Bu şehrin ne isimle anıldığı, herhangi yazılı bir eser olmadığından bilinmiyor. Buraya qechua dilinde eski zirve anlamına gelen Machu Pichu, hemen karşısına ise yeni zirve denen Wayna Pichu denmekte. Ayrıca Wayna Pichunun tepesinde,yıldız gözlem evi bulunmakta. Buraya gelen ziyaretçiler, ek bir miktar ödeyerek ve birazda tırmanarak, tüm antik şehri ve etrafı nefesi kesilerek izleyebilir. 
    Özellikle güneşin doğumu ve bulutların bu şehirden geçişi izlemeye değer şeylerden birisi...

    Tüm tur grubu toplandıktan sonra yola çıktık. Çeşitli ülkelerden gelen ve gezimiz içersinde samimi olacağımız grup arkadaşlarımızın sesleri arasında gün doğumuna doğru yola çıktık. İlk olarak kahvaltı yapacağımız küçük bir köye geldik. Burada son hazırlıkların ardından, tekrar yola çıkarak, yürüyüşümüzün başlayacağı yerde, Pasaport kontrolünden geçtik. ( Burası, yeni yedi dünya harikasından biri ve UNESCO ve Peru hükümeti, günlük ziyaretçi sayısı konusunda oldukça hassas yılın belli dönemlerinde, doğanın kendini toparlaması İnka Trail denilen bu İnka yolu turizme kapatılıyor. Ayrıca, günlük 2000 kişilik ziyaretçi sınırlaması var. Onbinlerce kişinin kuyrukta sıra beklediği bu yola gitmek hiç kolay değil.Bundan dolayı sıkı bir kontrol mekanizması oluşmuş durumda) 
   İlk fotoğraflamaların ardından yola çıktık. Bir yanımızda akan küçük bir nehrin yanında yavaşça yol yükselmeye başladı. Sakin ve çıplak doğanın arasında, tüm heybeti ile yükselen dağlara karşı devam etti. Pek fazla zorlanmadan, öğle yemeği yiyeceğimiz kamp alanına geldik. Yemek için çadır kuruldu, bize sıcak su kapları hazırlandı ve güzel bir yemek sonrası yola devam ettik. Burada kesinlikle bahsedilmeden geçilemeyecek şey Porter Denilen eşya taşıyıcılarıdır. İnka Trail boyunca, turizm şirketlerinin kamp eşyaları ile turistlerin eşyalarını taşıyan And dağları köylerinden gelen güçlü ve çevik kişilerdir. Bizim sürünerek çıktığımız bu dağlarda, yanımızdan neredeyse koşar adım geçen  taşıyıcılar, 10 dakika içinde mutfağı, yemekhanesi ve yaşam alanları ile minik bir köy kuruyorlar. Öncelikle onlara bu emekleri için teşekkür ediyorum..
  İkindiye doğru medeniyetin son binalarını izleyerek, kamp alanına varıyoruz. Bu kamp alanının üzerinde bulunduğu yol, Machu Pichu'ya giden postacıların kullandığı yol olup bu yolda yürümek gerçekten anlatılmaz bir tat veriyor. Etrafınızda yükselen dağların arasından kıvrılıp akan bir yol... yol üstünde, Posta sistemine ait küçük dinleme yapıları gördük. Bu yapılar, koşar adım yürüyen inka postacılarının dinlenme ve değişme yeri. Düşünün Cusco'dan yazdığınız bir mektup neredeyse 1 gün içinde Machu Pichu 'da oluyor. Oldukça hızlı bir yol.
  Kamp alanımıza kurulan çadırlara yerleşip,hemen dibimizdeki uçurum kenarına oturduk. Karşımızda yükselen dağların ve öbek öbek geçen bulutların altında etrafın sessizliğini dinledik. Olabildiğince dingin bir yer ve inanın bu sessizliği bozmamak için herşeyi yaparsınız. Tüm grubun kısık sesle konuştuğuna şahit oldum. Hafif yüzümüze çarpan birkaç damla ve sıra sıra ufukta kaybolan dağlar...

Machu Pichu yoluna hazırlık






İnka Yolu

























Taşıyıcılarımız

Çadırda ilk gece

Uçurumun kenarından bir gün batımı



   
11 KASIM 2012

MACHU PİCHU YOLUNDA 2.GÜN :

        Gün ağarırken enfes bir manzaraya uyandık. Taşıyıcılarımız bize çağırarak uyandırdı ve çadırımızın önüne sıcak su bıraktılar. Yüzümüzü yıkayıp hazırlanıp dışarı çıktık. Soğuk içimize işlese de az sonra dağların ardından kurutulacak güneş içimizi ısıtacaktı. Güzel bir kahvaltı sonrası yola düştük. Bugün biraz zorlayıcı olacaktı. Artık daha yukarılara doğru yürümeye başladık. Sabah içtiğimiz Koka çayı sayesinde, bu yükseklikte avucumuzun içinde atacak kalbimiz biraz sakinlemişti.İnanın bu yükseklikte, bu yolu desteksiz yürümek istemezsiniz.
      İnka trail üzerindeki en zorlu yola gelmiştik. Dead Woman Pass(ölü kadın geçidi). Yukarı doğru dimdik uzanan bir çıkış ve gittikçe küçülen insan kitlesi. Geçide çıkan yolun dibinde son bir kez soluklanmak için duruyoruz. Rehberimizin söyediğine göre bundan sonra medeniyet falan göremeyceğiz. Daracık, taşlı bir yol... İlk adımlarımızda hissettiğimiz güç yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor. Etrafın muhteşem manzarasını pek izleyemeden elimizdeki değneklere tutunup tırmanıyoruz. Uzun ve yorucu bir yolculuk sonrası zirveye geldik. İnanılmaz bir yorgunluk ve uğraş sonucu. ama buraya varır varmaz tüm yorgunluğumuz gidiyor. Ölü Kadın geçidi yolculuğumuzun en yüksek noktası tam 4200 metre yükseklikte. (bu yükseklikte sigara içmeyi denemeyin).Bu yükseklikte bile sanki bir ovadayız gibi görünen dağlarla çevriliyiz. Tepenin kenarında bir yerde kıvrılıp bizden sonra gelenleri ve aşağıda karınca kadar görünen diğer arkadaşları izliyoruz. Bitkin grubumuz etrafta küçük çocuklar gibi dolaşıp fotoğraflar çekti ve tabi bizde. Bu geçit hayatımda gördüğüm en güzel yerlerden birisiydi. Doğanın muhteşem bir mucizesi...
   Ölü Kadın Geçidinden toparlanarak aşağıya doğru inişimiz başladı. Çıkıştan biraz daha zor olduğunu söyleyebilirim çünkü kendinizi yuvarlanmamak için sıkmanız gerekiyor ki bu da ayaklarınızın titremesine yol açıyor. Hava hafif kapatınca, küçük bitkiler ve yakınlardaki bir göl grimsi pastel renkli bir rüyaya dönüyor. Evet bildiğimiz bir rüya ya da Photoshoplanmış bir fotoğraf gibi duruyor manzara ve biz bu manzaranın bir parçasıymış gibi devam ediyoruz.Göl kenarında Puma izlerine rastlıyoruz. İnişin sonunda Öğle yemeği için duruyoruz. Burası diğer yerlere göre yemyeşil.Etrafımızda inanılmaz güzellikler akarsular, ağaçlar kuşlar herşey var. Biraz dinlendikten sonra geri yolla düşüyoruz.Yine sert bir yokuş ardından yine bir iniş ve en sonunda kamp alanına vardık.
   Bulut ormanı arasından, kaldırım taşlı ve bazen toprak yokuşlu inişli ama hep ve en güzel manzaralı yolları geçip 2. gün durağımıza geldik.

Ölü Kadın Geçidi

Ölü Kadın Geçidi


Machu Pichu grubumuz "Pumalar"























İnka Yolu 

Ölü Kadın Geçidinde Dinlenme



Ölü Kadın Geçidi Yolu 



12 KASIM 2012 

MACHU PICCHU YOLUNDA 3.GÜN:

Ayni tempo ile 3.güne uyanıp tekrar yollara düştük. 16 kişilik grubumuzda bazen önde bazen arkada bazen sohbet ederek,yardımlaşarak yürümeye devam ediyoruz. Sık ağaçlıklıklı yolların arasından geçiyoruz. Etrafımız bir düşü yaşamak gibi öylesine akıp gidiyor. Hele bulutlar,sanki uzansak dokunacak gibi hemen tepemizde elimi uzatsam parmaklarımın arasından bir su gibi akacak gibi duruyor. Özellikle yağan yağmur etrafa daha da bir güzellik katıyor. Artık sadece bir gün uzağındayız rüyalar şehrinin ve dünya harikasının.
  Ayak bastığımız yollar 500-600 yıllık. Andlar bu yolları, dağların arasından taşıdıkları taşları düzelterek oyarak buralara yerleştirmiş. O kadar dinlediğimiz hikayeden sonra bu taşlara neredeyse parmak üzerinde basıyoruz. Etraf gerçekten çok narin dokunsanız solacak,yıkılacak gibi duruyor herşey tüm heybetine rağmen.Bu gün oldukça kısa bir yürüyüş yaptık. Vardığımız kamp alanı, Machu Picchu'ya varmadan önce tüm tur şirketlerinin ziyaretçileri konaklattığı yer. İçerideki insan sayısına inanamazsınız...
  Llama Path'ın ziyaretçileri konaklattığı yer oldukça güzel. Manzaraya sahip. Kamp alanının hemen yakınlarında Winay Wayna (sonsuza kadar genç) kalıntıları vardır. Machu Pichu'ya çok yakın bir yerde ve benzeri bir yapıdadır.Tarım alanları için tüm Peru kalıntılarında görünen şekilde taraçalandırma yapılmıştır. 
  Manzarası gerçekten harikadır. Şöyle anlatayım: Yere oturdunuz,sırtınızı, en tepedeki şehir basamaklarından birine dayayıp,avuçlarınızın arasında çimen ve vahşi çilekleri gezdirip, üstünüzden yavaşça akan bulutları izlersiniz, başınızı Winay Wayna'nın  durduğu yamacın altına doğru çevirin. En dipte akan nehrin belli belirsiz sesini dinleyin ve hemen yanından Aquas Calliantes'ten gelip, Cuscoya doğru giden trenin ışıkları içerisinde geçişini izleyin.. Koyu yeşilliklerin altında kaybolan bir günün sonunda.
  Gece, son gecenin şerefine,şefimizin yaptığı pastayı ve hafif alkollü kokteylimizi içtik. İnanın 3 günün sonunda ne kadar tatlı geliyor böyle küçük şeyler... Yarın Machu Pichu'ya en erken varma arzusu ile sabah saat 03.00 da kalkıp yola çıkacağız. 
Dağların ucunda Machu Picchu


Bir dinlenme arası














Bu harita kutsal Cusco şehrini sembolize ediyor. Ortada Pumaya benzeyen Cusco sarayı ve 4 yönü simgeleyen işaretler. 




















13 KASIM 2012 

MACHU PICCHU ...

     Sabah saat 03.00 da heyecanla kalkıp hazırlandık ve zifiri bir karanlıkta yollara düştük. Başımızın üstündeki fener bu vahşi doğada da sadece önümüzü aydınlatıyordu. Yaklaşık 1 saat sonra Machu Pichu'ya gidecek yolun üzerindeki devletin son kontrol noktasına geldik. 16 kişilik grubumuz ikinci olarak buraya vardı ve arkamıza diğer gruplar gelip yerleşmeye başladı. saat 05.30 a kadar burada bekleyeceğiz. Yarı uyanık bir halde zamanın yavaşça geçmesini bekledik. En sonunda kapılar açıldı ve son kontrolün ardından koşar adım yola çıktık. Artık Machu Pichu birkaç tepe önümüzde duruyordu.  Basamaklar ve dönembeçli yolun ardından ilk olarak, İntipunku tapınağına vardık. Ancak hiç vakit olmadığından hemen yola devam ettik. Amaç şehre ilk önce ulaşmak. 
     En sonunda o tüyleri diken diken edecek manzara tam karşımızda duruyor. Hani tüm kelimelerin birleşipte bu durumu anlatamadığı an işte tam bu an. Hani insanın mucizelere inandığı ve yıllarca hayalini kurduğu şeyin tam karşısında olması işte tam böyle birşey. Küçükken Ansiklopedilerde gördüğümüz şehir tam karşımızda duruyor. Yeşil dağların arasında, dünyanın en ürkek ve en güzel canlısı tüm heybetiyle duruyor. 
 Güneş Kapısın geçer geçmez önümüzde o bildiğimiz manzara çıkıyor. Machu Pichu, Aguas Callientes kasabasından, günü birlik taşınan turistler ile dolmaya başlamadan hemen fotoğraf çektiriyoruz.  Gerçekten çok şanslıydık çünkü şehri örten bulutlar kalkmış ve şehrin manzarası bize sunulmuştu. rehberimizin dediğine göre çoğu insan bu manzaranın tadını çıkaramadan geri dönüyor. Büyülendiğimiz bu manzara için tek bişey söyleyebilirim, 4 gün boyunca buraya ulaşmak için attığım her adımdan buraya gelmek için harcadığım her şeye deydi...
    Sabahın 7sinde şehir insan akınına uğradı. Aşağıdan günü birlik taşınan ziyaretçiler ile yürüyüşten gelenler Machu Pichu  içerisine yayıldı bir anda. Şehir içerisinde sarayı, ev olarak kullanılan yerleri, güneş saatini, taraçalı tarlaları gezdikten sonra, şehrin hemen karşısında bulunan Wayna Picchu ya doğru tırmanışa geçtik. Buraya gitmek için ek bir ücret ve eğer varsa ek enerjiye ihtiyacınız var. Ama dünyanın burasına kadar geldiyseniz buraya  mutlaka çıkın. Kalan tüm gücümüzüde bu dağı tırmanmaya harcadık.Oldukça güç olsada en sonunda dar zirveye vardık. Burası İnka zamanında yıldız gözlemevi olarak kullanılmaktaydı ki, burada yaşayanlar bu tepeye her gün çıkıp iniyordu...
  Buranın manzarası daha da bir güzeldi. Etrafın gürültüsü arasında muhteşem bir güzellik vardı. Etrafında yükselen dağların arsında kalan bir şehir herşeyden korunmuş. Yavaşça geri dönüş yoluna doğru çıktık. Wayna Pichu'da ayni güçlükle aşağıya inerek, gezmeye devam ettik. En sonunda içimiz buruk çıkış kapısına geldik. Burada pasaportumuza Machu Pichu mührü vurdurttuk ve Aguas Calliantes'e gitmek için 15 dakikada bir kalkan otobüslerin birine binerek küçük ve turistik dağların arasında sıkışan bir kasabaya indik. Kasabada tüm grupla biraz zaman geçirdikten sonra acele ibr şekilde trenimize doğru koşar adım devam ettik. Geniş ve yavaş akşam treni gerçekten hüzün kokuyordu. 
   Dün gece yukarıdan izlediğim trenin içerisindeydim artık. Yavaşça Cuscoya doğru yolculuk başlamıştı. Avuçlarımızda vahşi çileklerin kokusu ile Machu Pichu'ya elveda dedik. 

Machu Pichu, rüyalarımızın gerçekleştiği bir yerdi ve hep gezme tutukusunu bize aşılayan yer olarak kalacak. Biz burayı göremeye karar verdiğimizde gezi aşkımız başladı...


Tren Cusco'ya geldi ve minibüsle alınarak gece geç vakitte önceki otelimiz Andean South Inn'e geldik. Bacaklarımızın yorgunluğunu işte şimdi hissetmeye başladık. Felaket bir şekilde ağrıyordu ve gerçekten 2-3 kilo vermiştik. 4 günün acısı çıkaran bir duşun ardından hüzünle ama mutlulukla hatırlanacak bugünü düşünerek deliksiz bir uykuya yattık.

Machu Pichu 














Wayna Picchu yolunda

Wayna Picchu'dan  Machu Pichu 


Wayna Pichu





Kurban adak yeri



Machu Pichu dan veda









14 KASIM 2012

     Cusco daki son günümüzde Cusconun etrafındaki yerleri gezmek üzere otelden ayrılıyoruz. İlk olarak Saksayavaman'a gidiyoruz. Cusconun tepesindeki bu kale İnka döneminde inşa edilmiş olup şehri korumak amacıyla kullanılmaktaydı.Buranın ilginç yapılış özelliği oldukça gizmelidir. Özellikle taşalrın arasında harç kullanılmadan yapılması. Ayni zamanda burası UNESCO dünya mirası listesinde de yer almaktadır. Daha sonra önceden girmediğimiz güneş tapınağı altındaki müzeye gittik. Burada, ilginç mumyalar gördük ki bir çoğu antik uzaylı inanışları için temel oluşturuyor.Özellikle nedeni tam bilinmeyen kafatası uzatmak için. 
    Ardından yerel dansların yapıldığı bir yerde dans gösteri izleyip tekrardan Hector ve Iraxe ile buluştuk. Onlarda İnka Traildeydiler ve malesef onlar bizim kadar memnun kalmamışlar.Onlarla güzel bir gün geçirdikten sonra üzücü bir veda ile İnca başkenti ve dostlarımıza veda ettik. 





Cusco merkez

Cusco ve Havalimanı









15 KASIM 2012 PERUYA VEDA:

      23 günlük Peru gezisinin sonuna geldik. Tüm hayallerimizi gerçekleştirmenin verdiği mutluluk ile Cusco havalimından, Önce Limaya ordan da  Ekvador'un başkenti Quito'ya uçuşumuz başlıyor. Zamanın donup kaldığı bu ülkede zamanın nasıl geçtiğini anlamanız çok zor...
     Umut ve mutlulukla yolumuza devam ediyoruz...